Necdet Erdoğan Bozkurt

Necdet Erdoğan Bozkurt Gösterim: 2292

      

DİRENİŞ MÜCADELELERİNDE HEP ONUN İZLERİ VAR

                  NECDET ERDOĞAN BOZKURT
                 TEK-DER BAŞKANI, DEV-GENÇ YÜRÜTME KURULU ÜYESİ
            ANKARA DEV-GENÇ BAŞKANI

         Köy enstitülü sağlıkçı bir baba Kazım Bozkurt ile sağlıkçı bir anne Zehra Bozkurt tek çocukları ile birlikte görevleri gereği Karsın en güzel ilçelerinden biri olan çam ormanlarıyla süslü Sarıkamış’ta yaşamaktadırlar. Takvim yaprakları 2 Mart 1954 ü gösterirken ilk çığlığıyla birlikte ikinci çocukları Necdet Erdoğan dünyaya gelir. Her taraf karla buzla kaplı soğuk bir gündür. Bütün çocuklar gibi onun ilk yılları da en saf ve en temiz duygularla dolu bir takım izler bırakarak hızla akıp gider. Beş yaşına geldiğinde babasının askerlik görevi için Bursa’ya taşınırlar. Askerlik bitince Kazım Bozkurt’un görev yeri Bursa Kemal paşanın Çaltı köyüdür. Beş yıl bu köyde kalırlar. Necdet İlkokulu bitirdiği yıl babasının tayini Kemalpaşa’ya çıkar ortaokulu ve Sanat Enstitüsünü burada okur. 1973 yılında üniversitelere giriş sınavında Yüksek Teknik Öğretmen Okulunu(Gazi Üniversitesi Teknoloji Fakültesi) kazanınca öğretmen olmak için ilk engeli aşmanın sevinç ve mutluluğuyla baba ocağından ayrılarak Ankara’nın yolunu tutar. Güz olmasına rağmen gök yaz ortalarındaki gibi göz alıcı ve yüksekti, güneş sıcak sıcak parlıyordu. O yıl Ankara da havalar güzel gidiyordu.

       Heyecanla okula kaydolup kısa sürede kalacak ev sorununu da halledince rahatlayıp üniversite öğrenciliğinin keyfini çıkarmaya başladı. Şimdi yüreğindeki hayat bir başka biçimde ve çok daha güçlü kımıldıyordu. Güler yüzlülüğü, sevimliliği ve etrafına ışıklar saçan parlak düşüncelerle dolu bir genç olması ona kısa sürede pek çok yeni arkadaş edinmesini sağladı. Keman çalmaya merak sardı. Keman çalmak ara da sıra da kendini hissettirse de aslında uzun zamandır zihninde dolaşıp duruyordu. TRT sanatçısı Ziya Taşkent’ten ders aldı. Kısa süreli de olsa kemanının gergin tellerinden dökülüp zihnini yüreğini renklendiren nağmelerle coşup mutlu olmuştu.

        Bu sıralarda okulda da önemli gelişmeler yaşanıyordu.12 Mart 1971 askeri faşist darbesinin kendilerine sağladığı kolaylıklarla okul derneğini ele geçiren faşist çeteler ilerici, demokrat devrimci öğrencileri sindirmek ve yıldırmak için harekete geçmişlerdi. O’nun bunu fark ederek kısa süre de tavrını belirleyip, bu saldırılara karşı direnen öğrencilerin tarafında yer almasıyla birlikte, bir zincirin halkaları gibi birbirinin aynısı tek düze yaşamı da sona eriyordu.

       12 Mart 1971 askeri faşist darbesinden sonra tutuklanıp sıkıyönetim askeri mahkemesinde Dev-Genç davasında yargılanan Ali Başpınar, Sedat Kesim gibi pek çok THKP/C ve THKO’LU devrimcilerin de aralarına katılmalarıyla ortaya çıkan olumlu havayla birlikte devrimci demokrat öğrenciler de yeni bir dernek kurmak için çalışmalara başlamışlardı, Necdet de aktif olarak koşturanlardan birisiydi. 12.12.1974 günü TEK-DER (Yüksek Teknik Öğretmen Okulu mezunları ve öğrencileri derneği) adıyla kurulan derneğin başkan Ragıp Doğanay faşistlerin saldırıları sonucu ağır yaralanıp bir süre okuldan uzak kalınca ilk genel kurulda Necdet başkan seçildi. Artık bütün zamanını okuldaki devrimci öğrencilerin örgütlenmesine ve dernek çalışmalarına ayırıyordu. Yüreğinde yaşama sevdasının yanında şimdi ikinci bir büyük sevda daha ateşlenmiştir.

        Başkan inanılmaz bir enerjiyle koşturuyordu. Yaşamında olduğu gibi devrimci mücadelede de titiz ve disiplinlidir. Kısa sürede devrimciler Tek-Der etrafında örgütlenince önemli bir güç haline gelirler. Bu çalışmalara paralel olarak birde içinde o günkü devrimci mücadeleye ışık tutup katkı koyacak şekilde ağırlıklı olarak teorik yazıların yer aldığı TEK-DER BÜLTENİ çıkarılır. Bültendeki yazıların önemli bölümü Necdet tarafından kaleme alınmıştır.

         Okul tatil olunca memleketlerine gitmeyen devrimci arkadaşlarından kendisinin yönlendirip ve öğretmenlik yaptığı eğitim grupları oluşturur. Bu gruplar neredeyse bütün gün hayatı birlikte paylaşmaktadırlar. Bu birliktelik ise aynı zaman da bütün hayatları boyunca aralarında hiç kopmayacak güçlü dostluk bağlarının kurulmasına da ayol açar.

         1975-1976 eğitim öğretim yılı başlarken (Adalet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Milli Selamet Partisinin oluşturduğu Milliyetçi Cephe koalisyonu)MC hükümeti iş başındadır. MC’nin milliyetçiliği ilerici, demokrat, devrimci kısaca demokrasiden yana bütün bir halka karşı düşmanlık temeli üzerinde kurulmuş bir milliyetçiliktir. Cephe de işte bu düşmanlığın cephesiydi. Sahte bir milliyetçilik, gerici bir cephedir. Bu aynı zamanda bir iç savaş organizasyonudur. Üstelik Milli Eğitim Bakanlığına bağlı öğretmen okullarından sorumlu Komando Ayvaz’ın (Ayvaz Gökdemir) aklında fikrinde bir an önce bu okulları birer komando kampı haline getirmek vardır.

         Yaşam Tek-Der’lilere kötü bir sürpriz yapar. Yanı başlarındaki Gazi Eğitim Enstitüsünün devrimci öğrencileri 12 Mart 1971 döneminden kalan ve klasik bir mücadele yöntemi olarak bilinen boykota gitme kararı alırlar. Başta Tek-Der'liler olmak üzere pek çok devrimcinin boykotun “okulları faşistlere teslim etmek” anlamına geldiğini öne sürerek, karşı çıkmaları pek bir işe yaramaz, boykot başlar. Beşevler artık bütünüyle faşist çetelerin işgali altındadır. Faşist olmayanlar için ise can güvenliği kalmamıştır.

         Yüksek Teknik Öğretmen Okulundaki faşist güçler ise işgal altında tuttukları okulda MC hükümetinin ve güvenlik güçlerinin sağladığı büyük avantajla ilerici, demokrat, yurtsever,  devrimci öğrencilere yönelik saldırılarına artırarak devam ediyorlardı.  Bütün amaçları bu öğrencileri can derdine düşürerek teslim almaktı.  Dolayısıyla ilerici devrimci demokrat öğrenciler için okula gidip gelmek ateşten gömlek gibidir. Ancak bir başka gerçek daha vardı, bu öğrencilerin okumaktan başka çareleri yoktu. Başta Tek-Der başkanı Necdet olmak üzere bütün anti-faşist ve anti-emperyalist öğrenciler bir an bile tereddüt etmeden, endişeye kapılıp panik olmadan okuma kararlarından asla caymadılar.

       Tam tersine gittikçe artan koyu karanlığın üzerine cesaret ve kararlılıkla yürümeye kara verdiler. Faşist işgal altında ki Beşevler’de kendi can güvenliklerini kendileri sağlayarak, faşist teröre karşı adından daha sonra sevgi ve saygıyla söz edilecek inanılması zor, örnek bir direniş mücadelesi başlattılar. Şafak sökmeden çıkıyorlardı sıcak yataklarından. Bazen İsrail evlerinde, bazen EGO’ nun önünde toplanıp, grup halinde onca yolu teperek resmi ve sivil faşist çetelerin kurduğu pek çok pusuyu ve engeli zayiatsız aşarak kafalarında ağır düşüncelerle geliyorlardı okulun önüne. Grubu daha önceden öngördükleri gibi önce Gazi Eğitim Enstitüsünün faşist katilleri karşılıyordu. Onları bertaraf edince okulun faşistleri ve güvenlik güçleri dikiliyordu karşılarına.

        Birkaç hafta içinde devrimcilerin dağılıp kaybolacağını umut eden resmi ve sivil faşistlerin beklentileri boşunadır, tam tersine kavga büyüdükçe büyümektedir. İşte o zaman bir başka yöntem devreye konuldu! Kısa sür içinde direnişin ön saflarında yer alan Necdet ve birkaç Tek-Derli boy hedefi haline getirildi. 3 Ocak 1976 günü okulda çıkan çatışmada yaralanan bir faşist daha sonra hayatını kaybedince çeteler bunu hemen fırsata dönüştürürler. Necdet ve boy hedefi haline getirilen iki siyah paltoludan biri olan Mehmet Korkusuz tutuklandı. (Tek-der önderliğinde Beşevler gibi faşist işgal altındaki bir bölge de başlatılan ve kararlılıkla sürdürülen faşist işgalin kırılabilmesi mücadelesi daha çok Necdet’in teorik ve pratik öngörüsüne göre sürdürülmüş ve başarıya ulaştırılmıştır. Hatta giderek artan faşist işgal ve saldırılara karşı sürdürülen değişik bölgelerde ki direniş mücadelelerinde de onun izleri görülür.)

       Necdet Merkez Kapalı Cezaevinde gece yarılarına kadar bıkıp usanmadan okuyor, tartışıyor, notlar allıyordu. Heyecanla, sabırsızlık ve ayrıca haklılığının ona verdiği bir güvenle dışarıya çıkacağı günü beklerken, Merkez Kapalıyı adeta akademik eğitimi için önemli bir fırsata dönüştürmüştü. Sekiz ay sonra mahpusluğu bitip, tahliye olduğunda gökyüzündeki kuşlar gibi neşelidir.

        Dışarıda pek çok şey değişmiştir. Devlet kadroları sivil faşist güçlerle doldurulmuş, özellikle okullara yönelen faşist terör ve tertipler hızlı bir tırmanışa geçmiştir. Devlet desteğini de arkalarına alan faşistler çeteler can güvenliğini yok etmişlerdir. Faşist olmayan öğretmenlere memurlara yönelik sürgünler, kıyımlar, baskılar artmış, Danıştay kararları bile uygulanamaz hale gelmiştir. Faşist güçler de işgal alanı olarak bölgelere doğru kaymaya başlamışlardı.

       Necdet dışarı çıkar çıkmaz eskisinden daha büyük bir cesaret ve güvenle atıldı kavgaya. Önce Devrimci gençliğin örgütlenmesi olan Dev-Genç’in yürütme kurulu üyeliğine seçildi ardından da Ankara gençliğinin örgütlenmesi olan Ankara Dev-Genç’in Başkanı oldu. Gülümseyen gözleri, yüzünden eksik olmayan tebessümleri, sıcakkanlı ve mütevazılığı, bitmez tükenmez enerjisi, zekâsı, bilgisiyle, duru ama inatçı ve ikna edici sesiyle kısa bir süre sonra da devrimci gençliğin ustası oldu.

        Sevgi dolu yüreğine kızgın yağ dökülmüşçesine acılar içinde kıvrandıran dost kurşunlarına hedef olduğunda bile enerjisinden, kararlılığından ve devrimci bir öndere yakışan özelliklerinden hiçbir şey kaybetmemişti. İçinde taşıdığı coşku ve heyecanında da zırnık azalma olmamıştı. Hastanede yatarken onca ağrı ve sızılarını hiçe sayarak durmadan okuyor, eğitim çalışmaları için notlar çıkarıyordu. (Daha sonraları bu notlar elden ele dolaşmıştı).Görüşüne gelenleri dışarıda olup bitenlerle ilgili direniş mücadelesine dair anlattıklarını can kulağıyla dinliyor, sorular sorup anlamaya dışarıdan mücadelede uzak kalmamaya çaba gösteriyordu. Tedavi sonrası hastaneden çıkınca Ankara Dev-Genç teki görevini sürdürürken arada bir geçici süreyle de olsa mahalli çalışmalara da katıldı. Oralarda süren faşist saldırılara karşı halkın direniş örgütlenmelerinin içinde yer aldı. Gözlem ve analizler yaptı.

        Günler aylar geçip gittikçe faşist saldırılar giderek azgınlaşıyor, acımasızca katliamlar sürdürülüyordu. MC hükümetinin faşist cinayet çeteleriyle olan çalışmaları şimdi daha koordineli bir hale getirilmişti. Faşist olmayan işçi, öğretmen, memur faşist işgal altındaki bölgelere sürülüyordu. Sürgüne gönderilenler ya gittikleri yerlerde katlediliyor, ya da tayin edildikleri yerleri terk etmek zorunda bırakılıyorlardı, yerlerine ise faşistler yerleştiriliyordu. Kitlelerin üzerine bomba yağdırmaya da başlamışlardı. 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi öğrencileri üzerine atılan bomba ile altı öğrenci katledilmiş pek çoğu yaralanmıştı. Anayasa mahkemesi bile bombalandı. Otobüsler, kahveler taranıyor faşist kurşunlar hemen her gün can alıyor sakat bırakıyordu. Ankara Balgat’ta taranan kahvehanede beş kişi öldürüldü. Ankara Bahçeli evlerde altı Türkiye İşçi Partili öğrenci hunharca katledildi. Sivas’ta, Elazığ’da olaylar çıkartıldı. Sonuç olarak bütün ülke çapında sürdürülen bu faşist terörün bilançosu giderek ağırlaşıyordu.  Ayrıca bütün bu terör ve katliamlara paralel olarak kopartılan yaygaralarla orduya davetiye çıkarılarak, ordunun yönetime bütünüyle el koyması isteniyordu. Dolayısıyla bu faşist terör, katliam ve demagojinin tek bir amacı vardı: Ordunun yönetime el koymasını sağlayacak ortamı hazırlamak. Ülkeyi kan gölüne çevirmeye yemin etmiş tekelci burjuvazinin ve emperyalizmin tek bir arzusu vardı. Askeri faşist diktatörlük ilan etmek için uygun koşulların yaratılması sağlamak. Bu yüzden ülke bütünüyle acımasız bir iç savaş alanına dönüştürülmüştü.

         İşte bu yüzden her yeni gün mutsuz ölüm haberleriyle gelmektedir. Katliam çığlıklarına dinsel ilahiler karışıyordu. En yırtıcı ve en zalimce saldırılar birbirini takip ediyor,  birbiri ardına insanlık dışı kışkırtmalar ve katliamlar tertipleniyordu. Adalet ve insanlık yasları hiçe sayılarak ülkemiz halkları adeta boğazlanıyor, faşist çeteler kendi halkına karşı acımasızca bir savaş sürdürüyordu.

        Demokratlar, aydınlar, yurtseverler, devrimciler her günü yoldaşlarının, dostlarının, canlarının, sevgililerinin, ölüm haberleriyle yaşıyorlardı. Azgın faşist saldırıların hedefleri arasına bilim adamları da girmeye başlamıştı. Bedrettin Cömert, Bedri Karafakioğlu, Ümit Yaşar Doğanay, Cavit Orhan Tütengil faşist kurşunlarıyla can veren bilim insanlarıydı. Sendikacılar, gazeteciler, yargıçlar, savcılar, işçiler öğrenciler, memurlar kaçırılıp işkence edilerek, boğularak, kurşunlanarak öldürülüyorlardı. Bütün bu faşist saldırılar, katliamlar, yakmalar, yıkmalar, yağmalamalar, sonunda toplumu korku ve dehşetin kucağına itmiş, ülke neredeyse yaşanmaz hale gelmişti.   

       Artık bölge işgalleri de başlamıştı. Derinleştirilmiş ve oldukça ileri bir duruma getirilmiş bir iç savaşa denk düşecek şekilde ülkenin parça parça ele geçirilmesi için harekete geçmiştiler. Bu nedenle hazırladıkları bir planı Maraş’ta uyguladılar. Maraş’ta Alevi –Sünni ayrılığını kışkırtarak yüzlerce insanımızın kanın ı akıtıp canını aldılar, yüzlercesini yaralayıp sakat bıraktılar. Faşist güçler alınlarına zafer nişanesi olarak bebelerin kanlarıyla imza atıp öyle dolaştılar.  

         Faşist güçlerin sürdürdüğü bu acımasız savaşın hiçbir kuralı da yoktu. Onların bütün derdi kitlelerin faşizme teslim olmasını sağlamak. Ne var ki bu zor koşullar güzel ve ışıklı bir dünyaya olan özlemi de arttırmaktadır. Devrimciler, demokrasiden yana olanlar bu özlemle en değerli varlıkları canlarını ortaya koymakta ne tereddüt ettiler ne de umutlarından vazgeçtiler. Faşizme teslim olmak bir yana tam tersine inatla kitaplarıyla, türküleriyle, bayraklarıyla dalga dalga meydanları caddeleri sokakları doldurmaya devam ediyorlardı. Aydınlık oluyor, yürüdükçe yürüyorlardı karanlığın üstüne. Özgürlük ve faşizme karşı direniş mücadelesi zorda olsa yaygınlaşıp güçlenerek devam ediyordu.

        İşte Necdet o sıralarda sorumlu olarak İskenderun’a gönderildi. Kendi kanlı ve zorba diktatörlüklerine yol açma derdindeki egemen güçler MİT’iyle kontrgerillasıyla sivil faşist çeteleriyle kendi gözleri önünde doğup büyüyen özgürlük mücadelesini susturabilmek için pervasızca ve acımasızca yeni katliamlara ve sürek avlarına giriştiler.  “Ordu yönetime el koysun” ve yeni yeni katliam çığlıklarının kulaktan kulağa yankılandığı bir sıra da 29 Aralık 1979 günü Necdet İskenderun’da yakalandı.

         Peşinde dolaşan katiller onu hemen tanıyıp iki gün boyunca zalimce işkence ettiler. Ne var ki bu işkenceler gözü dönmüş sürülerin kabaran kin ve öfke duygularını bir türlü yatıştırmıyordu. Uzun boylu apoletli katil aklını kaçırmışçasına her yanı titriyordu. Homurtulu sesler çıkararak silahının namlusunu elleri kelepçeli gözleri bağlı Necdet’in kalbine doğrultarak iki el ateş etti. Gözü dönmüş katil, Ankara Beşevler’de başkanlığını yaptığı TEK-DER ile başlayıp, Ankara DEV-GENÇ ve yoksul emekçi halkın DEVRİMCİ YOL’ unda büyük bir cesaret ve kararlılıkla sürdürdüğü hürriyet kavgasında bayraklaşan kısacık ve onurlu bir yaşamı sonlandırıyor, onu soluksuz bırakıyordu.

        Necdet yaşamında ne kadar çok sevdiyse keman çalmayı, gitar çalmayı, türkü söylemeyi, faşizme karşı direniş mücadelesinde ön safta yer almayı, yani bütünüyle yaşamayı, bütün devrimcilerde onu öyle sevmişti. Hatta sevmekle kalmayıp, yüreklerini zalimler karşısında devleşen yüreğiyle birleştirerek onunla övündüler. Onun adını zihinlerine, akıllarına, yüreklerine onurla kazıdılar.

       Bizi sonsuz ve süresiz ayıran o kurşunların yüreğimizdeki derin acısı, her geçen gün artarak devam etmektedir. 

                                                    ÖZLEM VE SEVGİYLE ANIYORUZ!

                                              UNUTMAYACAĞIZ!

 

 

                                          

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazdır